Türk Müziği Tarihi

17 ve 18. Yüzyılda Türk Müziği

1) 17. Yüzyılda Türk Müziği

17. yüzyılda Türk müziği gelişimini sürdürmüş, bestekârlık ve icracılık aşama kaydetmiştir. Padişahlar ve şeyhülislamlar, sanatçıları korumuş, onlara destek olmuşlardır. Devletin kimi ileri gelenleri, sanatçılarla icra topluluklarına katılmış; onlardan feyz alarak müzik alanında önemli yapıtlar ortaya koymuşlardır.

17.Yüzyılda Türk Müziğinin Özellikleri

  • 17. yüzyılda nota yazım şekillerinde önemli gelişmeler olmuş; Dimitrie Cantemir (Kantemiroğlu), Kindi’nin bulduğu ebced notası üzerinde çalışarak yeni bir nota yazım şekli geliştirmiştir.
  • Nota yazımının ilerlemesi, müziğe büyük katkı sağlamıştır.
  • 1650 yılında Ali Ufkî Bey tarafından ilk kez Türk müziğine uyarlanan Avrupa nota yazısı, birçok eserin günümüze ulaşmasını sağlamıştır.
  • Türk müziğinde askerî, dinî ve din dışı müzikler, toplu olarak icra edilen müzik türleri arasında yer almıştır.
  • Şiirlerin bestelenmesiyle sözlü müzik gelişme göstermiş; sarayda ve saray çevresinde, hem klasik hem de halk tarzı fasıllar önem kazanmıştır.
  • 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda öne çıkan en önemli müzik türleri dinî alanda mevlit, miraciye ve Mevlevi ayini; askerî alanda mehter ve nevbet; din dışı müzik alanında ise peşrev, saz semaisi, kâr, beste, semai ve şarkı olmuştur.

2) 18. Yüzyılda Türk Müziği

18. yüzyılda, Lale Devri (1718 – 1730) olarak adlandırılan dönemde düşünce, edebiyat ve müzikte gelişmeler yaşanmıştır. Osmanlı saray çevresiyle Avrupa arasındaki kültür ilişkilerinin temelleri, bu dönemde atılmıştır. Avrupa’nın kurumlarını ve yaşam biçimini örnek alma, Osmanlıda bir tarz hâline gelmiştir. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, dönemin müzikçilerini desteklemiş, onları koruması altına almıştır.

18. Yüzyılda Türk Müziğinin Özellikleri

  • Besteleme ve seslendirmede büyük ilerleme kaydedilmiştir.
  • Türk müziği teori, terminoloji ve icra alanlarında Batı etkisine girmiştir.
  • Keman, saray müziğinde kullanılmıştır.
  • Osmanlı yönetici sınıfının Batı hayranlığı, şehir eğlence müziğinin de canlanmasına neden olmuştur.
  • Nota gelişimini sürdürmüş, Müzikolog Hamparsum Limonciyan, Sultan III. Selim’in isteği üzerine yeni bir nota yazım sistemi geliştirmiştir. Ezginin iniş-çıkışlarını göstermek amacıyla sözlerin üzerlerine konulan işaretlerle oluşan bu yeni sistem, dönemin bestekâr ve icracıları tarafından ilgi görmüştür.

3) 17 ve 18.Yy Osmanlı Söz Yazarı, Bestekar ve Yorumcuları

17 ve 18. yüzyılda Türk müziğinde önemli bestekârlar yetişmiştir. Bu dönem bestekarları saray ve çevresinde büyük saygı görmüş; padişahların takdirini kazanmışlardır. Birçok padişah sanatı desteklemenin yanı sıra verdikleri eserlerle bestekârlar arasında yerini almıştır.

Benli Hasan Ağa (1607 – 1665)

Edirne’de doğmuştur. Halk müziğiyle uğraşan ve tambura çalan Benli Hasan Ağa’nın ünü, saray çevresinde de duyulunca Enderun’a alınmış ve Evliya Çelebi ile aynı yıllarda öğrenim görmüştür. İki peşrev (rast peşrevi, pençgâh peşrevi) ve rast makamında saz semaisi olmak üzere günümüze kadar gelen toplam üç eseri vardır.

Ali Ufkî Bey (1610 – 1675)

Ali Ufkî Bey Polonya asıllıdır. Santuri Ali Bey olarak da bilinmektedir. Enderun’da eğitim görmüş, Doğu ve Batı dillerini, Türk sanatlarını ve müziğini öğrenmiş, Ufkî mahlası ile halk şiirine yakın ilahi biçiminde şiir denemeleri yazmıştır. Santuri Ufkî Bey, 17. yüzyıl ortalarında Avrupa notası ile yazdığı saz ve söz eserlerini, Mecmua-î Sâz ü Söz adlı bir kitapta toplamıştır. Bu kitap, Londra British Müzesinde bulunmaktadır.

IV. Murat (1612 – 1640)

Muradi mahlasıyla şiirler yazmış, Şah Murat mahlasıyla bestekârlık yapmıştır. Padişahlığı döneminde sanatkârları etrafında toplamış, onları himayesi altına almıştır. İlahi ve yürük semai olmak üzere çeşitli eserler yazıp bestelemiş ancak eserleri günümüze ulaşmamıştır.

Hafız Post (1630 – 1694)

İstanbul’da doğmuş, iyi bir öğrenim görmüş, genç yaşta hafız ve hacı olmuştur. Müziğin yanında hat sanatıyla da ilgilenmiş, şiirler yazmıştır. Hafız Post, Itrî’den önce klasik müziğimizin olgunlaşıp gelişmesinde ve biçimlenmesinde rolü olan en önemli bestekârlardandır. Dinî ve din dışı konularda yüzlerce eser bestelemiş olmasına rağmen günümüze ancak on eseri ulaşabilmiştir. Bunlardan biri durak diğeri tevşih olan iki eseri dinî formlardadır. Beşi beste, biri ağır semai, ikisi yürük semaiden oluşan sekiz eseri ise din dışı formlardadır.

Şeyhülislam Esad Efendi (1685 – 1751)

17 ve 18. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamıştır. 99 ünlü bestekârı kısaca tanıtan ve eserlerinin sözlerinden örnekler veren bir tezkire kaleme almış, müzik tarihimizdeki ilk biyografi dergisi olan Atrâb- ul Âsâr’ı çıkarmıştır.

I. Mahmut (1696 – 1754)

Sebkati mahlası ile şiirler yazmış, musikiyle uğraşmış, besteler yapmıştır. İyi bir bestekâr olan I. Mahmut’un; peşrev, saz semai türlerinde çeşitli eserleri günümüze kadar gelmiştir.

Çömlekçizade Recep Çelebi (? – 1701)

Recep Çelebi, iyi bir hanende ve bestekârdır. Dinî ve din dışı alanda bestelediği binden fazla eseri vardır. Eserlerinden ancak sekiz tanesi günümüze ulaşabilmiştir. Bu eserlerden biri peşrev, üçü beste, ikisi ağır semai, ikisi de yürük semaidir.

Dilhayat Kalfa (1710 – 1780)

Sarayda görev yaparak kalfalık rütbesine ulaştığından Dilhayat Kalfa adını almıştır. Tambur çalmayı öğrenmiş ve bestelerini tambur eşliğinde yapmıştır. Türk müziğinin bilinen ilk kadın bestekârı olan Dilhayat Kalfa’nın on iki eseri günümüze ulaşmıştır.

III. Selim (1761 – 1808)

Büyük bir şair, bestekâr, tamburi ve neyzendir. Şiirlerini İlhami mahlası ile yazmış olan III. Selim, sanatı destekleyen padişahlardan biridir. Şehzadeliğinden itibaren çevresinde çok sayıda sanatçı bulundurmuş ve onlara, sanatlarını geliştirmeleri için destek olmuştur. III. Selim’in padişahlık yıllarında birbirleriyle yarışan sanatkârlar, en önemli eserlerini bu dönemde bestelemişlerdir. III. Selim; acem-buselik, arazbar-buselik, hüseyni-zemzeme, neva-buselik, pesendide, suzidilara, şevkefza, şevk- u tarab gibi makamlar oluşturmuştur. Osmanlı Döneminde opera izleyip Batı müziği dinleyen ilk padişah olan III. Selim’in; ayin, durak, peşrev, saz semaisi, kâr, beste, ağır semai, yürük semai ve şarkı formlarındaki eserleri günümüze kadar ulaşmıştır.

Arazbar Şarkısı

Oldu gönül sana mâil
Vaslına kıl bari nail
Cümle âlem olsa hâil
Sarmadan geçmek ne kâbil
Firâkınla nev-civânım
Kalmadı tâb- u tuvânım
Tende oldukça bu canım
Sarmadan geçmek ne kâbil

II. Mahmut (1785 – 1839)

3. Osmanlı padişahı II. Mahmut, müziği III. Selim’den öğrenmiştir. Şair, hattat, neyzen ve tamburidir. Şiirlerini Adlî mahlasıyla yazmıştır. II. Mahmut’un günümüze ulaşan yirmi beş bestesi bulunmaktadır. Bunlardan biri de kendi kurduğu ordu için bestelediği Acem-Aşiran Asakir- i Mansure- i Muhammediye Marşı’dır.

Acem Buselik Şarkısı

Ey sînesâfılâ’l- i mül
Her dilbere vermem gönül
Bil böyle ey ruhsârı gül
Oldu gönül sana mâilvaslına kıl bârinâil
Ey sînesâfılâ’l- i mül
Ben âşık- ı avareyim
Ancak sana dişledâreyim
Her dilbere vermem gönül

Mevlevi Buhurîzade Mustafa Itrî (? – 1712)

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Asıl adı Mustafa’dır. Itrî, onun şiirlerinde kullandığı mahlastır. Buhurîzade Mustafa Efendi diye de anılmıştır. Zamanına göre iyi öğrenim görmüştür. Ustalarından biri Hâfız Post’ tur. Buhurîzade Mustafa Itrî; Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi 17. yüzyıl bestecilerinden de yararlanmıştır. Çağının kaynakları, onun Mevlevi olduğunda birleşmişlerdir. Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da bunun bir kanıtıdır. Bestelediği yapıtlarla saray çevresinden büyük yakınlık görmüştür. Itrî, elli yaşına kadar Enderunda müzik öğretmenliği ve hanendelik yaptıktan sonra emekli olup saraydan ayrılmıştır. Itrî, zamanının tanınmış şairlerindendir. Divan edebiyatı ve âşık tarzı halk edebiyatına ait şiirleri vardır.

Naatlar, gazeller, tahmisler, nazireler, şarkılar dışında; hece ölçüsüyle türküler de yazmıştır. Nabî, Bakî, Nâzım, Nailî, Nef’î gibi ustaların şiirlerini bestelemeyi tercih etmiştir. Yapıtlarıyla bir çığır açmış, klasik Türk müziğinin kurucusu olmuştur. Onun döneminde klasik Türk müziği diye adlandırılan Osmanlı-Türk üslubu en belirgin çizgileriyle ortaya çıkmıştır. Klasik üslup ile şiir kaleme alan birçok besteciyi etkilemiştir. Itrî, Abdülkadir Merâgi ve Hammamîzade İsmail Dede Efendi’yle birlikte Türk müziğinin gelişimini yönlendiren üç önemli besteciden biri olmuştur. Itrî, dinsel müziğe büyük katkı sağlamıştır. Itrî’nin bayram namazlarında okunan Segâh Bayram Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Salât- ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı gibi eserleri yüzyıllardır etkilerinden bir şey yitirmemiştir.

4) 17 Ve 18.Yüzyılda Müzik Kurumları

17 ve 18. yüzyılda Türk müziğine olan ilgi artmış, müzik eğitimi verilen Mehterhane, Enderun ve Mevlevihane gibi kurumlar Türk müziğine önemli katkılar sağlamıştır.

Mehterhane

Mehterhane, Osmanlılar Döneminde askerî müzik eğitimi verilen bir kurumdur. Mehterhaneler, askerler arasından seçilen yetenekli kişilere vurmalı ve nefesli saz eğitimi verilmesini sağlamış; bu kişileri İstanbul merkez teşkilatı ve bütün eyaletlerde hizmet veren mehter takımlarına göndermiştir. Mehterhanelerin kökeni, Hun Devleti zamanında adı tuğ takımı olan askerî müzik teşkilatına dayanmaktadır. Selçuklular Döneminde ise bu teşkilata tabılhane ve nevbethane denmiştir. 17 ve 18. yüzyılda mehterhaneden yetişen bestekâr ve icracılar sayesinde askerî müzik sanatı gelişmiştir. Mehterhane, 1828’de II. Mahmut’un padişahlığı döneminde kapatılmış; yerine Mızıka- i Hümayun adlı saray bando okulu kurulmuştur.

Giovanni Jean Brindesi’nin 18. yüzyılda Tören Mehteri konulu resmi
Giovanni Jean Brindesi’nin 18. yüzyılda Tören Mehteri konulu resmi

Enderun

Enderun, II. Murat zamanında kurulan saray okuludur. Bu kurumda devlet ve saray hizmetinde görevlendirilmek üzere öğrenciler yetiştirilmiştir. Enderunda din, mantık, geometri, hukuk, felsefe, astronomi, spor, hat, tezhip ve askerî derslerin yanında müzik dersleri de verilmiştir. Enderunda Batı müziği tekniğiyle de eğitim verilmiş, bu amaçla İtalyan hocalar getirtilmiştir. Batı müziği ses sistemi eğitimine ilk olarak bu kurumda başlanmıştır. Enderunda günümüze eserleri ulaşan bestekârlar yetişmiştir. Bu kurum II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kapatılmıştır.

Mevlevihaneler

Mevlevihaneler, 17 ve 18. yüzyılda sistemli müzik eğitimi verilen önemli kurumlar olmuştur. Mevlevihanelerde dinî müzik eğitiminin yanında din dışı müzik, saz, edebiyat ve dil eğitimi de verilmiştir. Mevlevihaneler, 18. yüzyılda III. Selim ve II. Mahmut gibi Mevlevi padişahların desteğiyle yaygınlaşmıştır. Mevlevihanelerde yapılan sema gösterilerine rebap, ney, kudüm, tambur, kanun, ut, kopuz, mazhar (bendir), halile, kabak kemane (gıcık, kemençe) gibi çalgılar eşlik etmiştir.

Müziğin Tıpta Uygulandığı Kurumlar (Darüşşifahaneler)

Darüşşifahane, pratiğe ve gözleme dayalı sağlık bilgileri veren, hastaları tedavi eden sağlık ve eğitim kurumlarına verilen adlardan biridir. Selçuklu, Memluklu ve Osmanlı Türklerinin; Şam, Kahire ve Bursa’da kurdukları hastanelerde, akıl hastalarını o dönemin en modern yöntemleri olan ilaç, ilgi ve müzikle İslam inanç esaslarına göre tedavi ettikleri eski kaynaklarda belirtilmektedir. Darüşşifahaneler, Orta Çağ boyunca Osmanlı’nın farklı bölgelerinde Dârüssıhha, Darülafiye, Darürraha, Darüttıp, Maristan, Bimaristan, Bimarhane; kervansaraylarda Tabhane gibi adlarla anılmıştır.

Birer kamu sağlık hizmet birimi olan darüşşifahaneler, temeli vakıflara dayanan hayır kuruluşlarıdır. İslam hukuku esaslarına göre düzenlenen vakıfnamelerde; kuruluş amaçları, gelir kaynakları, kuruluşta çalışacak hekim ve diğer görevliler, çalışma şekilleri, gelirin dağıtılması, kuruluşun yönetim ve denetimi gibi konular, en ince ayrıntılarına kadar anlatılmıştır. Bu kurumlarda bir yandan hastaların tedavileri ile uğraşılırken diğer yandan da vakfiyelerin şartlarına uygun olarak alınan çıraklara usta hekimler yanında tıp eğitimi verilmiştir. Şam’da 1154’te Türk Atabeyi Nurettin Zengi tarafından yaptırılan hastanede, akıl hastalarının İbn- i Sina tarafından müzikle tedavi edildiği bilinmektedir. İbn- i Sina’nın etkisinde kalan saray hekimi Musa Bin Hamun, Kanuni Sultan Süleyman’a ithaf ettiği Türkçe eserde diş hastalıklarının müzikle tedavisinden bahsetmiştir.

Ayrıca o dönemdeki doktorların, hükümdar çocuklarının beşikte müzikle uyutulmasını tavsiye ettikleri, kayıtlarda yer almaktadır. I. Abdülhamit ve III. Selim döneminde hekimbaşı olan Gevrekzade Hasan Efendi, İbn- i Sina’nın eserlerinden faydalanarak yazdığı Neticetü’l- Fikriyye ve Tedbir- i Veladeti’l- Bikriyye adlı eserlerinde hangi müzik makamlarının hangi çocuk hastalıklarına iyi geldiğini anlatmıştır. Osmanlı Dönemindeki darüşşifahaneler; 1399’da Bursa’da Yıldırım Beyazıt, 1470’te İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet, 1488’de Edirne’de Sultan II. Beyazıt, 1550’de İstanbul’da Haseki Hürrem Sultan, 1556’da Süleymaniye’de Kanuni Sultan Süleyman, 1583’te Üsküdar’da Nurbanu Valide Sultan, 1591’de Manisa’da Yavuz Sultan Selim’in eşi Hafsa Sultan ve 1617 yılında İstanbul’da Sultan II. Ahmet tarafından kurulmuştur. İstanbul’a gelen Baron J. B. Tavernier; 1675’te Paris’te yayınlanan eserinde, Topkapı Sarayı ve Enderun hastanesinde çocuk yaştaki öğrencilerin müzikle tedavi edildiğini anlatmaktadır.

5) Türk Halk Müziği ve Halk Ozanları

Türk halk müziği, 17 ve 18. yüzyılda gelişimine devam etmiştir. Bu dönemde yaşamış halk ozanları, yazdıkları tarihî destanlar sayesinde günümüzde de tanınmaktadır. Hükümdar saraylarından serhat kalelerine kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun her köşesine ünü yayılan Kayıkçı Kul Mustafa, Kâtibi, Kul Oğlu Âşık Ömer, Gevheri, Karacaoğlan gibi değerli Türk halk müziği ozanları bu dönemde yetişmiştir.

Türk Halk Müziğinin Özellikleri

  • Kasaba ve şehirlerde yaşayan, tekke ve medreselerde yetişen âşıklar; geleneksel Türk sanat müziği ve tasavvuf müziğine yönelmişlerdir. Köylerde yetişen âşıklar, sadece halk müziği icra etmişlerdir.
  • Kahramanlık destanları, kırsal kesimlerdeki âşıkların türkülerine konu olmuştur.
  • Halk müziği çeşitlilik kazanmış; sosyal ve günlük yaşayışla ilgili türküler; sevda türküleri, esnaf türküleri, oyun havaları, kına havaları, zanaat havaları, hoyratlar; maniler, koşmalar, ninniler, ağıtlar; kahramanlık konularını işleyen yiğitlemeler ve koçaklamalar ile zenginleşmiştir.
  • Türk halk müziğinde kopuzun yerini bağlama almıştır. Bağlama tel sayılarına, çalgının boyutuna ve çalındığı türe göre farklı adlar almıştır. Bağlama türleri; cura, ırızva, bağlama, bozuk, tambura, çöğür, divan sazı, meydan sazıdır.

17 ve 18. Yüzyıl Halk Ozanları

Kuloğlu

IV. Murat Döneminde büyük ün kazanmış bir saz şairidir. Asıl adı Süleyman‘dır. Safranboluludur. 1640’ta IV. Murat’ın ölümü üzerine söylediği mersiye, IV. Murat Döneminde yaşamış olduğunun kanıtıdır. Bütün eserlerinde görülen kahramanlık teması, onun Osmanlı ordularında veya donanmasında görev almış bir saz şairi olduğunu göstermektedir.

Cezayir çevresi ol yüce dağlar
İçinde oturur ağalar beyler
Koç yiğit sılasın anar da ağlar
Şahbaz yiğit ile dolu Cezayir

Kâtibi

IV. Murat’a methiye ve mersiye yazan şairdir. Yaşamı hakkında Evliya Çelebi’nin anlatımı dışında fazla bilgi yoktur. Kâtibi’nin 1638’de IV. Murat’ın Bağdat Seferi’ne katıldığı bazı şiirlerinden anlaşılmaktadır. Şiirlerinde hem hece ölçüsünü hem de aruz ölçüsünü kullanmıştır. Şiirlerinde kuvvetli bir lirizm, ince bir duyarlılık, içten bir ahenk vardır.

Gönül derdi kelam getirir dile
Aşkın deryasına daldığı zaman
Akar gözyaşlarım döndürür sele
Yar bizi sevdaya saldığı zaman

Karacaoğlan

Farklı yüzyıllarda yaşamış aynı adla anılan Karacaoğlanların varlığını gösteren araştırmalar vardır. Dili, coşkusu, doğaya ve güzellere bakışı, betimlemeleriyle diğer Karacaoğlan’lardan ayırt edilebilen 17. yüzyılda yaşamış Çukurovalı Karacaoğlan; Yunus Emre ve Köroğlu gibi Türk halkının gönlünde yer etmiştir. Karacaoğlan’ın Maraş, Urfa, Aydın, Tokat, Ankara, Konya, Niğde, Diyarbakır, Halep, Şam vb. şehirleri gezdiği, şiirlerinden anlaşılmaktadır.

İncecik’ten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif’in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif’in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac’oğlan eğmelerin
Gönül vermez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye

Kayıkçı Kul Mustafa

17. yüzyıl yeniçeri âşıklarından olan Kul Mustafa’nın IV. Murat’ın Bağdat kuşatması sırasında bir yeniçerinin yaptığı kahramanlıkları anlatan Genç Osman Destanı, günümüze kadar ulaşmıştır. Kul Mustafa, gençliğinde Cezayir’de Murat Reis’in mahiyetinde bulunduğundan dolayı Kayıkçı lakabını almıştır. Şiirlerinde halk edebiyatı unsurlarını kullanan Kayıkçı Kul Mustafa, 17. yüzyıl saz şairlerini etkilemiştir.

Seni terk eylesem kaşları keman
Vefası olmayan yardan nem kaldı
Cefalım yok mudur göğsünde iman
Divane eyledin arda nem kaldı

Âşık Ömer

Âşık Ömer, şiir yazmaya başladığında hayran olduğu klasik şairleri taklit ederek Adli mahlasını almıştır. Bir ordu şairi olduğu, şiirlerinde kullandığı askerliğe ait terimlerden anlaşılmaktadır. Hece ölçüsüyle koşma, Türkmani, kalenderî, deyiş, semai, varsağı, destan, tekerleme gibi birçok türde şiirler yazmış ve şiirlerinin çoğu bestelenmiştir.

Ela gözlerine kurban olduğum
Yüzüne bakmaya doyamadım ben
İbret için gelmiş derler cihana
Noktadır benlerin sayamadım ben

Gevheri

Asıl adı Mehmet’tir. İyi bir eğitim gördüğü; Anadolu, Suriye, Arabistan ile Rumeli sınır boylarını dolaştığı şiirlerinden anlaşılmaktadır. Gevheri’nin ünü sadece halk ozanları arasında değil, saray çevresinde ve divan şairleri arasında da yayılmıştır.

Gevheri’nin hece ve aruz ölçüsüyle söylediği kimi şiirleri bestelenmiştir. Kendisinden önceki saz şairlerinden Kuloğlu’nun etkisi altında kalan Gevheri, kendisinden sonra yetişen saz şairlerini de etkilemiştir.

Şu sinemde yarelerim sızılar
Gül bağrım eziktir bir yara sebep
Her gelen de bizi odlara yakar
Budur ahvalimiz bir yara sebep
Güzeller içinde gayet güzelsin
Salınma karşımda bağrım ezersin
Bana derler niçin melul gezersin
Dedim yaraliyam bir yara sebep
Gevheriyem aşk kitabın açarım
Her açtıkça kanlı yaşlar saçarım
Yar elinden ağu gelse içerim
Koy desinler ölmüş bir yara sebep

Türk Halk Müziğinde Ninniler

Ninniler, annelerin bebeklerini uyutmak için belli bir usulde söyledikleri, anonimleşmiş sözlü ezgilerdir. Ninniler, genellikle bebeklere iyi dileklerin sunulmasını içeren sözlerden oluşur. Ayrıca ninnilerde, ana dilin melodik yapısı ustaca kullanılmıştır. Ninnilerin bu özelliği kültürümüzde büyük önem taşımaktadır.

Türk Halk Müziğinde Ağıt

Ağıt; doğal afetler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Bu türün divan edebiyatındaki karşılığı mersiyedir. Ağıt söylemeye ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir. Anadolu’da, ölünün ardından düzenlenen yas törenlerinde genellikle kadınlar ağıt söylemektedir. Anadolu’da ağıt geleneği bölgelere göre farklılık göstermiştir. Örneğin, Çukurova’daki ağıt törenlerinde, kadınların sırayla ağıt yaktıkları gözlenmiştir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu